|
Hüseyin Taşçatan’ın kaleminden
|
|
|
|
BİR NİSAN ŞAKASI GİBİ
|
|
|
|
Seçim günleri bir tuhaf gelir bana.
Seçen olmanın mutluluğunu , gururunu yaşarken bir tarafta, onun heyecanını , coşkusunu yaşayamamak diğer tarafta.
31 Mart sabahı da aynı duygular içindeydim hep olduğu gibi.
Erkenden uyandım, kahvemi yaptım, sigaramı yaktım ve oy kullanmaya başlama saatini beklemeye başladım balkonumda.
Katılımın yoğun olmasını bekliyordum doğal olarak. Çünkü bu seçim yerelin ötesinde bir anlam ifade ediyordu benim için. Çekilen sıkıntılardan, acılardan, kaygılardan kurtulabilmek için demokrasinin bize tanıdığı fırsatı kullanmanın zamanıydı.
Bir emekli öğretmen olarak herkesten önce sandığa koşmanın dayanılmaz ağırlığını taşıyordum içimde.
Öyle de yaptım.
Kalktım, giyindim ,yola koyuldum.
Benim gibi düşünenler olduğuna tanık oldum yol boyunca, umutlandım.
Aslanlar gibi oyumu kullanıp eve döndüm. Çayı ocağa koydum.
Gidip gelirken kafamın içinde dolaşan, o gün oluşan şu dizeleri kağıda döktüm:
“ Bir Nisana bir gün kala
Sandığa bir tohum attım
Daha o gün yeşerdi
Demekki bahar kapıda
Buna inandım”
Sandıkların açılması, yasakların kalkması ve ilk verilerin ekranlara düşmeye başlamasına daha çok vardı.
Uyumak olmazdı, bize yakışmazdı bu.
Bir şeyler yaparak oyalanmam gerekiyordu o saatlere kadar.
Arka balkona atılmış, alt tarafları çürümeye başlamış sunta kitaplığımın ne zamandır bana yalvaran gözlerle bakışı geldi aklıma.
Ağaç işleriyle haşır neşir olmak oldum olası beni benden alıp bambaşka dünyalara götürür her nedense.
Kararımı verdim.
Kitaplıkta ne var ne yok hepsini arka balkonda yere indirdim, o kocaman kitaplığı da boylu boyunca yere yatırdım, işe koyuldum.
Şurasını şöyle kessem, şurasına şunu yapıştırsam tasarımları yapmaya başladım.
Ocağa koyduğum çaydanlık fokurdayıp dursun, acelesi neyse!
İşin en güzel yerinde bir telefon. Bizim Kuyucaklı arıyor. O saatte, hiçbir zaman aramayacağı saatte!
Mutlaka iyi gitmeyen bir şeyler olmalı!
Evet, iyi gitmeyen bir şeyler var:
Bizim gazeteci aramış kendisini, sabahın körü. Ona bir iki fotoğraf atmış, iyi görünmüyormuş. Haberim olup olmadığını soruyor. Yok.
O fotoğrafları bana da attı.
Aman Allağım, bu da ne!
Esmer kanlar içinde, öldü ölecek!
İşi gücü bırakıp Esmerin peşine düştük doğal olarak.
Telefonu çalmıyor, mutlaka görür, döner diye bekliyorum.
Bir daha bir daha arıyorum. Aradığınız kişi telefona yanıt veremiyor diyor o mekanik ses bu sefer.
Kuyucaklı bir daha arıyor sonra. Ne oldu, ulaşabildi mi? Hayır!
Bu işte bir iş olmalı. Telaşlanıyoruz. Aklımıza neler neler gelmiyor.
Bi şey yapmalı diyor kuyucaklı, bi şey yapmalı diyorum bende.
Biraz daha beklesek mi acaba.
Zıııır bir telefon daha. Bu sefer arayan Kuyucaklı’nın kardeşi Orhan. Bu normal değil, diyor. Hiç normal değil.
Bırak şimdi kitaplığı filan, diyor; evini tek bilen sensin. Allah korusun ölmediyse bile komada olabilir. Allah korusun!
Bir yerde buluşulacak, eve gidilecek, gerekirse kapı kırılacak falan filan.
Kendisini çok iyi tanıyan abisi avukat Adnan’ı arıyorum. Bilmiyorum, diyor, duymadım, diyor.
Bir de onu mu arasak acaba; bende numarası yok ki.
Adnan arayıp dönüyor bir iki dakika sonra. O da bilmiyormuş!
Kuyucaklı, küçük kızını alıp yola çıkmış bile, ben de dolmuştayım. Orhan oyunu kullanıp bize yetişecek.
Bu ara Esmer dönüyor nihayet. İyiyim ben diyor, gelmenize gerek yok. Ağlıyor!
O öyle dese de gidilecek.
Birazcık da olsa rahatlıyoruz ama.
Kapıyı açmış, yolun ortasına kadar çıkmış Esmeri görüyoruz.
Suratında kurumuş kan lekeleri!
Mide kanaması mı geçirmiş ne. Yatak , yorgan, halı kanlı kusmuklar içinde.
Ne oldu, nasıl oldu?
Uyurken boğulacak gibi olmuş, kalkmış, Kuyucaklı’yı aramış.
İyi değilim, demiş.
Kanlar içinde yere yığılmış, sızmış.
Hadi eve gidelim oluyor, yok, diyor. Gelecekler varmış.
Konu komşu doluşuyor eve.
Sonra Pakize geliyor. Benim güzel öğrencim, İl kadın kolları başkanlarından.
Altında bir motosiklet, yüklü.
Yatak çarşafı, yastık kılıfı, örtüler, giyecekler… Bir de sıcak çorba. Kendi elleriyle pişirdiği belli.
Kan bulaşmış ne varsa çöpe.
Hadi siz gidin oluyor sonra; baş başa kalıyoruz, uzun uzun konuşuyoruz neler yapmamız gerektiği üzerine.
Kılıçlar’a mı gitsek acaba?
Gidelim, bizi orası paklar.
Ramazanda en iyi rakı içilecek mekan onun evi; televizyon da var!
Gidiyoruz.
Yeminli mali müşavir, bir zamanların vergi rekortmeni, ödüllü şarap üreticisi Oman, ben de gelecem, diyor; gelsin. Evi biliyor nasıl olsa.
Matbaacı Ali arıyor bu ara; o da gelecekmiş; gelsin.
Yanında bir de arkadaşı varmış ama; olsun.
Ekip tamam!
İki masa kuruluyor anında. Biri televizyona, diğeri Marina’ya bakan iki kocaman yuvarlak masa.
İsteyene rakı, isteyene şarap, isteyene bira.
Seçim yasaklarının kalktığı müjdesi geliyor YSK’den. Ekranlarda reyting savaşı başlıyor. Önceden hazırlandığı belli haritalar, ağzı iyi laf yapan sunucular, konuklar çoktan hazır!
Ne zamandır alışık olmadığımız bir görüntü beliriyor ilk yarım saat içinde. Turuncu kırmızıya evrilmiş! Olur mu olur.
Oldu bile.
İstanbul, Ankara, Mersin, Adana, İzmir, Adıyaman, Balıkesir, Bursa…
Kırk yıl sonra, elli yıl sonra, atmış yıl sonra tekrar geri alınan büyük şehirler, iller, ilçeler, beldeler…
Bu bir devrim diyenlerimiz var içimizde, yıllar sonra gelen zafer diyenlerimiz, Anadolu’nun uyanışı diyenlerimiz …
Bense Bursalı oluşumdan mıdır nedir İkide bir Bursa diyormuşum, Bursa’yı da mı aldık filan.
Evet Bursa’yı da, Balıkesiri de, Adıyamanı da diyorlar büyük bir coşku içinde.
İçelim o zaman.
Nasıl olsa Ali var yanımızda, sabaha karşı da olsa tek tek bırakır bizi evlerimize. İlk değil ki bu!
Ve öyle de oluyor zaten.
Ertesi gün doğru İmece’ye; bakalım Çamak ne diyecek?
Al sana bir günün hikayesi diyorum ; mutlaka yazmalıyım, mutlaka yazılmalı.
Ne kadar gazete varsa alıyorum marketten; önce öne çıkan manşetler:
Zafer, Utku, Emekliler Kazandı, Kadınların Büyük Başarısı, Halkın Tokatı, İktidarı Ekmek Çarptı. Batı Basının Görülmemiş İlgisi…
Sonra yorumlar, sonra illere göre kazanılar yerlerin çarşaf çarşaf listeleri.
Ekranlardan taşan kutlamaların tam sayfa resimleri…
Bir nisan şakası gibi!
Evet, işler iyi gitmiyor amma, Reis bu, ne yapar eder bu seçimi de alır diyenlerin derin suskunluğu…
Yerleşik bir kanının kırılışı…
Bundan sonrasını sonra göreceğiz elbet, demokrasi bu.
Kazasız belasız, kavgasız gürültüsüz, kansız bir Türkiye diyelim en iyisi. Daha itibarlı, daha öz güvenli, daha refah bir Türkiye.
Özlenen bu.
Hüseyin Taşçatan
|
|
|
Tarih : 4 Nisan 2024 Perşembe 13:50 |
|
Etiketler :
hüseyin taştan |
|
|
Paylaş : |
|
Yorum Ekle
Yorumlar (0)
Yapılan yorumlarda IP Bilgileriniz kayıt altına alınmaktadır..!
|
|
|
|